Ömer Seyfettin (11 Mart 1884, Balıkesir – 6 Mart 1920, İstanbul), Türk yazar, şair, asker ve öğretmen. Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarındandır. Türk kısa hikâyeciliğinin kurucu ismi, ayrıca edebiyatta Türkçülük akımının kurucularından olup Türkçede sadeleşmenin savunucuları arasındadır.
Hayatı
“Eskiden Türk milletini parçalayan iki kuvvet vardı:
Birinci kuvvet artık kırıldı. Fakat ikinci kuvvet hâlâ duruyor. Bu kuvvete karşı uğraşmak, bugün bütün milliyetini idrak etmiş Türkler için farzdır.”
11 Mart 1884 yılında Gönen, Balıkesir’de doğdu. Yüzbaşı Ömer Şevki Bey’le, Fatma Hanım’ın ikisi küçük yaşlarda ölen dört çocuğundan biridir. Öğrenimine Gönen’de bir mahalle mektebinde başladı. Ömer Şevki Bey’in görevinin nakli dolayısıyla Gönen’den ayrılan aile, İnebolu ve Ayancık’tan sonra İstanbul’a geldi.
Ömer Seyfettin, önce Mekteb-i Osmanî’ye, 1893 ders yılı başında Askerî Baytar Rüştiyesi’nin subay çocukları için açılmış özel sınıfına kaydedildi. Bu okulu 1896’da tamamlayarak Kuleli Askeri İdadisi’ne yazıldı. Daha sonra Edirne Askeri İdadisi’ne nakil olarak eğitimine, arkadaşı Enis Avni ile birlikte burada devam etti. İlk edebi çalışmaları olan şiirlerini Edirne’deki öğrenciliği sırasında yazdı.
1900’de idadîyi bitirerek İstanbul’a döndü ve Mekteb-i Harbiye-i Şahâne’ye başladı. İstanbul’da Mecmua-i Edebiye dergisinde şiirlerinin yayımlanmasıyla yayın dünyasına girdi. Tenezzüh adlı ilk hikâyesi bu dönemde, 13 Nisan 1902 tarihinde Sabah dergisinde yayımlandı. 1903 yılında Makedonya’da çıkan karışıklık üzerine “sınıf-ı müstacele” denilen bir hakla okulundan imtihansız şekilde, 19 yaşında mezun oldu.
İzmir Hayatı
Ömer Seyfettin, mezuniyetten sonra piyade asteğmeni rütbesiyle, merkezi Selanik’te bulunan Üçüncü Ordu’nun İzmir Redif Tümeni’ne bağlı Kuşadası Redif Taburu’na tayin edildi. 1906’da İzmir Jandarma Okulu’na öğretmen olarak atandı. Bu vesileyle İzmir’deki fikrî ve edebî faaliyetleri ve bunlar içerisinde yer alan gençleri tanıma fırsatı buldu. Nitekim batı kültürünü tanıyan Baha Tevfik’ten Fransızca bilgisini artırmak için teşvik gördü; Necip Türkçü’den ise sade Türkçe ve millî bir dille yapılan millî edebiyat konusunda fikirler edindi.
Selanik Ve Genç Kalemler Dergisi
Ocak 1909’da Selanik Üçüncü Ordu’da görevlendirildi. Manastır, Pirlepe, Köprülü, Cumâ-yı Bâlâ kasaba ve köylerinde görev yaptı. Razlık (günümüzde Bulgaristan’da bulunan bir şehir) kasabasının Yakorit köyünde bölük komutanlığı yaptı. Balkan çetecilerinin Türk düşmanlığını dile getirdiği Bomba, Beyaz Lâle, Tuhaf Bir Zulüm adlı hikâyeleri bu görevleri sırasında edindiği izlenimler sonucu yazdı. Yazıları ve hikâyeleri İstanbul’da ve Selanik’te çıkan çeşitli dergilerde takma isimlerle yayımlandı. Ali Canip’e yazdığı meşhur mektubu da bu sırada Yakorit’te yayımlanmıştır. Ömer Seyfettin’in dil konusunda görüşlerini özetleyen bu mektup, Yeni Lisan hareketinin başlamasına vesile olmuştur.
1910 yılında Ziya Gökalp’in de arzu ve tavsiyesi ile tazminatını ödeyip askerlik görevinden ayrıldı. Hayatını yazar ve öğretmen olarak sürdürmek üzere Selanik’e yerleşti. Rumeli’nin tek Türk bilim ve edebiyat dergisi olarak Selanik’te çıkarılan Hüsün ve Şiir dergisinin ismi, Akil Koyuncu’nun istek ve ısrarı üzerine Genç Kalemler’e çevrildikten sonra 11 Nisan 1911’de Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan isimli ilk başyazısı imzasız olarak yayınlandı.
Balkan Savaşı Ve Esaret
Genç Kalemler yazı heyetini oluşturanlar, Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine dağılmak zorunda kaldı. Ömer Seyfettin’in sivil hayatı bir yıl kadar sürmüştü. Yeniden orduya çağrılan yazar, Yanya Kuşatması sırasında, Kanlıtepe’de 20 Ocak 1913 tarihinde 21 askeriyle birlikte esir düştü.
Atina yakınlarındaki Nafliyon kasabasında geçen ve 28 Kasım 1913 tarihinde sona eren on aylık esareti sırasında sürekli okudu. Mehdi, Hürriyet Bayrakları gibi hikâyelerini bu dönemde yazdı. Hikâyeleri Türk Yurdu’nda yayımlandı. Esareti süresince gerek okuyarak, gerekse yazarak, yazarlık hayatı için önemli olacak tecrübeler kazandı.
İstanbul Ve Türk Sözü Dergisi
Ömer Seyfettin, 15 Kasım 1913’te esareti bitince İstanbul’a döndü. Bir yıl kadar sonra, 23 Şubat 1914’te askerlikten ayrıldı ve Kabataş Sultanisi’nde edebiyat öğretmenliği görevine girerek, yazarlık ve öğretmenlikle hayatını kazanmaya başladı. Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi ve burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı.
1915’te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Ethem Bey’in kızı Calibe Hanım’la evlendi. Bu evlilik Fahire Güner isimli bir kız çocuğuna rağmen, 3 Eylül 1918’de sonlandı ve Ömer Seyfettin yeniden yalnızlığa döndü. Gerek bozulan evliliği gerekse I. Dünya Savaşı yenilgisini görmesi onu etkiledi. Anadolu’da uzun seyahatlere çıkarak bu olumsuz havadan kurtulmaya ve her hafta en az bir hikâye yazmaya çalıştı.
Son Yılları
1917’den ölüm tarihi olan 6 Mart 1920’ye kadar geçen zamanda, birçok olumsuz duruma rağmen verimli bir hikâyecilik döneminin içinde olmuştur. Bu dönemde on kitap dolduran yazar, 125 de hikâye yazdı. Hikâye ve makaleleri Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken ve Türk Kadını gibi dergilerle Vakit, Zaman ve İfham gazetelerinde yayınlandı. Bir yandan da öğretmenlik görevini sürdürdü.
Ölümü
23 Şubat 1920’de hastalığı ağırlaşan Ömer Seyfettin, Üsküdar’daki Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırıldı. 6 Mart 1920’de 35 yaşında hayatını kaybetti. Önceden teşhis edilememiş olmakla beraber, yapılan otopsi sonucunda hastalığının diyabet olduğu belirlendi. Hastanede kimsenin ziyaret etmemesi ve cenazesine sahip çıkılmaması nedeniyle kimsesiz olduğu düşünülen Ömer Seyfettin’in naaşı, tıp fakültesi öğrencilerinin dersinde kadavra olarak kullanıldı. Naaşının kadavra olarak kullanıldığı fotoğraf bir gazetedeki tıp haberinde yayımlanınca Ömer Seyfettin’i tanıyanlar hastaneye gitti fakat Seyfettin’in başının gövdesinden ayrıldığı anlaşıldı. Naaşı önce Kadıköy Kuşdili Mahmutbaba Mezarlığı’na defnedildi. Daha sonra buradan yol geçeceği veya bölgeye araba garajı yapılacağı gerekçesiyle mezarı, 23 Ağustos 1939’da Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledildi.
Ölümünden Sonra
En yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem, onun hayatını ve mizacını anlatan, en kuvvetli hikâyelerini içeren Ömer Seyfettin ve Hayatı adlı bir kitap yazdı ve bu kitap 1935 yılında yayımlandı. Kısa bir süre sonra da bütün hikâyeleri bir kitap serisi halinde basıldı. Bu hikâyeler günümüzde de okunmaktadır.
Etkisi
Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde kullandığı çocuk teması, eğitsel bakış açısı ve modern Türk hikâyeciliğine etkisi, Türkçe öğretimine katkıları akademik çalışmalara konu olmuştur.
Düşünceleri
Evrim Kuramına Bakış Açısı
1839’da Tanzimat Fermanı ile başlayan Türk modernleşmesi Jön Türk’lerin genellikle Fransız ağırlıklı entelektüel kaynaklardan beslenmesi ve İttihat Terakki kadrosunun düsturu haline gelen 19. yüzyıl pozitivizmi ile güçlü bir “bilimci” damara sahip olanların bir hareketi olagelmiştir. Ömer Seyfettin de bu gelenekten gelen, ancak kuşağının, yüzünü batıya çeviren yüzeysel ve kaba çoğunluğundan farklı kişiliklerinden biridir. 19. yüzyıl Türk modernleşmesi entelijansiyası, kabalaştırılmış biçimiyle Darwin ve evrimden de haberdardır. Bu kaba Darwinizm, modernleşme aktörlerinin devindirici motifleri arasında önemli bir yere de sahiptir.
Bu dönemde, kuşağını etkileyen felsefi, edebi, siyasi ve bilimsel kuramların farkında olan yazar, Darwin’i ve dönemindeki evrim anlayışını içinde barındıran iki öykü ile karşımıza çıkmaktadır. Bunlar, Gizli Mâbet kitabında yer alan “Kesik Bıyık” ve “Pireler” adlı öyküleridir.
Seyfettin’in, “Kesik Bıyık” adlı öyküsünden bir kesit şu şekildedir: “Darwin denilen herifin sözüne inanmalı. Evet, insanlar mutlaka maymundan türemişler! Çünkü işte neyi görsek hemen taklit ediyoruz; oturmayı, kalkmayı, içmeyi, yürümeyi, durmayı, hâsılı hâsılı her şeyi…”
Seyfettin’in, Gizli Mâbet kitabındaki bir diğer öyküsü olan ve özellikle Darwin sonrası maddi dünya algısını bir şekilde içeren akılcı Batı tıbbı karşısında eski usul hekimliğin yerildiği, “Pireler” adlı öyküsünden bir kesit şu şekildedir:
“Siz istersiniz muska…siz istersiniz üfürük…Siz istersiniz ilâç! Halbuki hastalıkların evvelâ sebeplerini bulmak lazım! Bu sebep bulununca şifâ bulundu demektir! Senin köpek hasta, niçin?…Allah dünyada hiçbir hayvanı, hiçbir âzâyı vazifesiz yaratmadı. En fena hayvanların, en muzır mikropların bile vazifeleri vardır. Dört ayaklı hayvanlar çok tembeldirler. Allah bunların üzerine pireleri koydu. Niçin? Uyandıkları zaman rahatsız olup tekrar uyumamaları için…Bu pirelerin ısırmalarından kaşınarak hareket, yani jimnastik yapmak için…Siz ne yaptınız? Bu köpeği yıkadınız. Üzerine kolonya sürdünüz. Vücudunda hiç pire kalmadı. Rahat uyumağa başladı. Uyandı tekrar uyudu. Uyandıktan sonra onu uyutturmayacak hayvanlar üzerinde yoktu. Uyuya uyuya iştahı kapandı. Midesi bozuldu. Yemedi, içmedi, hareket etmedi. Vücudu toksin doldu. Hastalandı. Bir ay daha üzerine pire koymaya idiniz, açlıktan halsizlikten ölecekti!…”
“…sonra sineklere, farelere, vızvızlara, kedilere geçti. Küçük buzağıları koşturmak için tabiat, burunlarının dokunamayacağı bir yere, meselâ kuyruklarının dibine bir takım muacciz (taciz eden) sokucu sinekler musallat ediyordu. Darwin’in hakikatlarını dinliyordum…”
Ömer Seyfettin, “Pireler” öyküsünde bahsettiği, Osmanlı’ya dek akseden, “Darwin’in hakikatları” olarak tanımladığı bu kavramsal çerçeve, aslında döneminde Darwin’e de çok yabancı olmayan; evrimsel biyolojinin işleve ilişkin açıklama biçimlerine önemli bir süre egemen olan uyarlanma (adaptasyon) kavramına karşılık gelmektedir. Bu görüşe göre her canlının, canlıdaki her bir organın bir işlevi bulunur. Bu işlevi tanımlayan ise, canlıların içine doğdukları, onların biyolojisinden bağımsız çevrelerin oluşturdukları çözülmesi gereken sorunlardır.
Türk Edebiyatı
Ruşen Eşref Ünaydın’ın 1918’de yayımlanan “Diyorlar ki” adlı kitabında bulunan mülakatında Ömer Seyfettin, kendisini etkileyen edebiyatçılardan şöyle bahsetti:
“Şinasi’den sonraki edebiyata gelince, Kemal Bey’i (Namık Kemal) çok sevdim. ‘Evrâk-ı Perîşân’dan sayfalar ezberledim. Bana hayatiyet veren; beni iyiye, doğruya, güzele samimiyetle alakadar eden Kemal’dir sanıyorum. Ne yalan söyleyeyim, Hâmid’i (Abdülhak Hamit Tarhan) pek o kadar anlayamıyorum. Ekrem Bey’e (Recaizade Mahmud Ekrem) gelince, Nijad’ı için yazdığı şeylere hâlâ bayılırım. Ne müessir şeylerdir. Fikret!.. (Tevfik Fikret) İşte bana ‘mükemmellik’ iştiyakını veren! İdadiye mektebinde iken hep ‘Rübab’ı okuyordum. Halid Ziya, bizim ilk üstadımızdır. Ben bir gece hiç uyumamış, sabaha kadar ‘Bir Ölünün Defteri’ni okumuştum. Onun yalnız lisanı skolâstiktir. Yoksa tekniği öyle kuvvetlidir ki Avrupa’nın cenûb-ı şarkîsinde; mesela Romanya’da, Sırbistan’da, Bulgaristan’da, Yunanistan’da o kuvvette bir romancı yoktur.”
Seyfettin, kendini tanımlayıp dönemin edebiyatının eleştirisini yaparken ise şu ifadeleri kullandı:
“Bana gelince, ortaya esaslı bir eser koymadan sanatkârlık hülyasına kapılmam bile! Edebiyatımızın şiarı, ‘Çok laf, az eser!’dir. Ben şimdilik bu şiarı bozmaya çalışıyorum. Ağustos böceği gibi öterek yan gelmekten ise karınca gibi çalışmak daha iyi değil mi? Şimdiye kadar öttüğümüz elverdi. Biraz da iş yapalım ki çorak edebiyatımız şenlensin. Değil mi?”
Eserleri
Öyküleri
1/2
Acaba Ne İdi?
Acıklı Bir Hikâye
Açık Hava Mektebi
Akşam Sefası
Ant
Antiseptik
Apandisit
Ashab-ı Kehfimiz
Asilzadeler
Aşk Dalgası
Aşk ve Ayak Parmakları
At
Ay Sonunda
Ayın Takdiri!
Bahar ve Kelebekler
Baharın Tesiri
Balkon
Başını Vermeyen Şehit
Beşeriyet ve Köpek
Beyaz Lale
Beynamaz
Bilgi Bucağında
Binecek Şey
Bir Çocuk Aleko
Bir Hatıra
Bir Hayır
Bir Kayışın Tesiri
Bir Temiz Havlu Uğruna
Bir Vasiyetname
Birdenbire
Bit
Bomba
Boykotaj Düşmanı
Busenin Şekl-i İptidaisi
Büyücü
Cesaret
Çakmak
Çanakkale’den Sonra
Çirkin Bir Hakikat
Çirkinliğin Esrarı
Dama Taşları
Deve
Devletin Menfaati Uğruna
Diyet
Dünyanın Nizamı
Düşünme Zamanı
Efruz Bey
Eleğimsağma
Elma
Erkek Mektubu
Ezeli Bir Roman
Falaka
Ferman
Fon Sadriştayn’ın Karısı
Fon Sadriştayn’ın Oğlu
Forsa
Foya
Gayet Büyük Bir Adam
Gizli Mabet
Gurultu
Hatiften Bir Seda
Harem
Havyar
Herkesin İçtiği
Heykel
Horoz
Hürriyet Bayrakları
Hürriyet Gecesi
Hürriyete Layık Bir Kahraman
İffet
İhtiyarlıkta mı Gençlikte mi?
İki Mebus
İlk Cinayet
İlk Düşen Ak
İlk Namaz
İnat
İrtica Haberi
Kaç Yerinden?
Karmanyolacılar
Kaşağı
Kazın Ayağı
Keramet
Kesik Bıyık
Kıskançlık
Kızıl Elma Neresi?
Koleksiyon
Korkunç Bir Ceza
Kurbağa Duası
Kurumuş Ağaçlar
Küçük Hikâye
Külah
Kütük
Lokanta Esrarı
Mahcupluk İmtihanı
Makul Bir Dönüş
Mehdi
Mehmaemken
Memlekete Mektup
Mermer Tezgâh
Miras
Muhteri
Müjde
Mürebbiye
Nadan
Nakarat
Namus
Nasıl Kurtarmış?
Nezle
Niçin Zengin Olmamış?
Nişanlılar
Pamuk İpliği
Pembe İncili Kaftan
Perili Köşk
Piç
Pireler
Primo Türk Çocuğu
Rüşvet
Sahir’e Karşı
Sebat
Sivrisinek
Sultanlığın Sonu
Şefkate İman
Şîmeler
Tam Bir Görüş
Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür
Tavuklar
Teke Tek
Tenezzüh
Terakki
Teselli
Topuz
Tos!
Tuğra
Tuhaf Bir Zulüm
Türbe
Türkçe Reçete
Tütün
Uçurumun Kenarında
Uzun Ömür
Üç Nasihat
Velinimet
Vire
Yalnız Efe
Yaşasın Dolap
Yemin
Yeni Bir Hediye
Yuf Borusu Seni Bekliyor
Yüksek Ökçeler
Yüz Akı
Zeytin Ekmek
Şiirleri
Aşk
Aveng-i Ezhar
Bahar Rüzgârı
Bir Nale-i Hicran-ı Muvakkat
Buse-i Mader (mensur)
Hediye (mensur)
Hicrân-ı Müzmin
İcab-ı Sevda (mensur)
Kaşkar
Kır Sineği (mensur)
Kurşun Kalem (mensur)
Mefkûre
Oh, Sus!
Pembe Menekşe (mensur)
Saat
Sarhoşluk
Sevdiğime
Telhi-i Âmâl
Terâne-i Giryedâr
Türk Dünyası (Kaşgar)
Yâd-ı Melûl
Yalnızlık
Yıkık Han
Risale
Yarınki Turan Devleti